Merhaba! 2009’da Markom Leo Burnett’de stajyer olarak kariyerime başladım. Kariyerime başladım diyorum çünkü bizim zamanımızda staj yapmak bambaşka bir tecrübeydi. Şimdi bakınca gerçekten dizi gibi geliyor. Ajans-müşteri ilişkileri, yaratıcılığı en üst seviyeye çıkarmak için yapılan tartışmalar, happy hour kültürleri…
Çalışma saatlerimiz gerçekten çok uzundu. Bunu doğru olduğu için söylemiyorum fakat o saatlerin nasıl geçtiğini anlamazdık. Eve geldiğimde hissettiğim duygu yorgunluk değil gururdu. Evet biraz duygusallıktan sonra sırasıyla Güzel Sanatlar Saatchi&Saatchi, Euro RSCG, Alametifarika ve Titrifikir’de çalışma fırsatı buldum. Şimdi de Jüpiter’de Kreatif Direktör olarak çalışma hayatıma devam ediyorum.
Yaş kontenjanından dolayı, reklamcılıkta altın bir çağın son anlarını yakalama fırsatı buldum. Çok büyük ustaların yanında çalışma fırsatı elde ettim. Her birinden çok fazla şey öğrendim. Dizlerinin dibinde oturarak neyi nasıl yaptıklarını anlamaya çalıştım. Sevgili İlkay Yıldız ve Atilla Karabay’ın üzerimde emekleri çoktur. Bana çok şey kattılar. 2015 yılında Alametifarika’ya kabul edildim. Alamet hayatımın dönüm noktasıdır. Çok değerli insanlarla çalıştım. Başta saygıdeğer Serdar Erener ve Uğurcan Ataoğlu geliyor tabii. Çok değerli kreatif direktörlerim oldu. Onlardan çok şey öğrendim. Müşteriyle birebirde çalışmanın çok büyük artılarını öğrendim.
Bu sistem kreatif ekip çalışanını markayı çok çok iyi bilmeye o markanın bütün detaylarını özümsemesine yarıyor. Alamet çok büyük bir okuldur. Bu okuldan mezun olduğunda bir reklam ajansının her departmanının nasıl çalıştığını bilirsin. Sektöre insanlar yetiştiren çok önemli bir kurumdur. Bugün sektördeki çoğu büyük ajansın patronu bu okuldan mezundur. Benim de mezuniyet zamanım geldiğinde yollarımız sevgili Kerem Kanık ile kesişti ve şimdi Jüpiter’de ondan çok şey öğrenerek yoluma devam ediyorum.
Yaptığım mesleği gerçekten seviyorum. Ancak markalar için doğru insanları bulmak ve doğru ekipleri yaratmaya çalışmak işin daha çok sevdiğim yanı. Gelen briefleri ekiplerle paylaşmak ve onlardan ne geleceğini heyecanla beklemek çok güzel bir duygu. Fakat sektörümüz birazcık zor bir dönemden geçiyor. Özellikle pandemi sonrasında evden çalışma sisteminin gelişiyle beraber yeni insanları yetiştirme konusunda biraz zorlanıyoruz. Çünkü bizim jenerasyonumuz ajans içinde birilerinden bir şeyleri duyarak, görerek gelişti. Şu anki motivasyonum sektöre yeni insanlar yetiştirebilmek. Onlara ne kadar önemli bi mesleğimiz olduğunu tekrar hatırlatmak.
“Bakış açısını farklılaştırmak, trendleri takip edip bunu ekibe aşılamak kreatif direktörün temel görevidir”
“Kreatif Direktör” ne yapar?
Bence kreatif direktörün en önemli sorumluluğu ekibine ilham kaynağı olmak. Kişisel başarıyı değil, ekibin potansiyelini ortaya çıkarmak adına kritik bir rol oynar. Sıradanın ötesine geçmek, yeni yollar keşfetmek ve meydan okumalarla açık olmalıdır. İlham verici bir lider veya iş arkadaşı, çevresindeki insanlara olumlu bir enerji ve inanç verir. Bu da iş birliğini arttırır, takım çalışmasını güçlendirir ve ortak hedeflere daha etkili bir şekilde ulaştırmayı sağlamalıdır. Müşterinin beklentisini en iyi şekilde anlayıp bütün fikirleri ve projeleri bu çerçeveye göre kurması gerekir. Bakış açısını farklılaştırmak, trendleri takip edip bunu ekibe aşılamak kreatif direktörün temel görevidir.
Günlük iş akışı çok değişken olabiliyor. Sunum zamanlamalarımıza göre ekiplerle bir araya gelmek, bu sunumlar üstüne kafa yormak günlük iş akışımızın çok büyük bir bölümünü kaplıyor. Ancak pandemi sonrası hayatımıza çok fazla online toplantılar girmeye başladı. Bu toplantılara da çok fazla zaman ayırıyoruz. Tabii yönetimsel süreçlerde zamanımızın çok fazla bir kısmını alıyor. Ayrıca Türkiye’nin çok büyük markalarıyla çalışıyoruz. Çoğu markamız iş yükü anlamında aktif markalar. Dolayısıyla çok fazla cephede savaş veriyoruz. Bir de akış artık çok çok hızlı. Mecralar çok fazla. Bir işi düşünürken çok fazla kırılım işin içine giriyor.
Dışarıdan ne kadar havalı ve cazibeli bir meslek gibi görünse de aslında çok zor bir mesleğimiz var. Benim son dönemde karşılaştığım çok büyük iki tane sorun var. Birincisi, reklamcıya eski güvenin ve itibarın kalmaması. İkincisi ise kalifiye eleman sıkıntısı çeken bir meslek haline dönüşmemiz. Yani eskiden olduğu gibi iş çözen ya da daha akılcı fikirler getiren art direktörler ve yazarlar bulamıyoruz. Birçok ajansta üst kademelerde konuştuğum çoğu yönetici de aynı dertten mustarip. İşe alım için baktığım çoğu portfolyoda 1 işi en az 8 kişinin yaptığını görüyorum. Almış işin boyutlandırmasını yapmış, işi ben yaptım diye portfolyosuna koyuyor. Ee tabi iş görüşmesinde bunu saklıyor.
Seneye “senior” olacağım bir sonraki senede “head” olacağım diye gezen bir sürü kişi var.
Sonra bu insanla anlaşıp ilk iş yaptığımızda her şey ortaya çıkıyor. Harcanan zamana, paraya her şeye yazık oluyor. Tabii bir de işin çok daha acayip bir yanı daha var. Ülke olarak çok zor zamanlar geçiriyoruz. Her şeyin fiyatı, geçim kaygıları, kira fiyatları vs…. Hepsini anlıyorum. Fakat şurada işin terazisi kaçmış durumda. 2-3 yıllık mesleki geçmişi olan insanlar, daha neyin nasıl yapılacağını bile bilmeyenler öyle bir paralar istiyorlar ki…. Parayı da geçtim seneye “senior” olacağım bir sonraki senede “head” olacağım diye gezen bir sürü kişi var. Gerçekten eskiden böyle taleplerimiz olmazdı. Tecrübemize göre, referanslarımıza göre kulaktan kulağa duyulurdu yaptıklarımız. Şu an gelinen noktada “zam yapmayalım” “title verelim” mantığı çalıştığı için sektöre bir sürü koltuğunu dolduramayan eleman salınıyor. Son zamanlarda şunu fark ettim ki insanların nasıl iş yaptığını sorgulamayı bıraktık. İşlerine olan özenlerini sorgulamayı, iş yapış şekillerini sorgulamayı, getirdikleri fikirlerin ne kadar briefe uygun olduğunu, ne kadar yaratıcı olduklarını, ne kadar yeni olduklarını sorgulamayı bıraktık. Fikir konuşmalarında fikir beyan etmemelerini kabullendik. Eskiden çekimlere katılmak bile bir onurdu ajans çalışanlar için. Sette kostüme, dekora bakmak bir işti. Çekimi takip etmek, yönetmene brief vermek bunları konuşurduk.
“Genç nesil her şeyi online yapa yapa bilgisayar oyunu sanmaya başladılar çalışma hayatını.”
Bir diğer önemli konu da iş görüşmeleri. Dediğim gibi zor bir ülkede yaşıyoruz. Tekrar ediyorum, ekonomik kaygıları anlıyorum. Fakat şu son dönemde yeni alım yapacağımız süreçte görüştüğüm arkadaşlarla şöyle gelişiyor olaylar; ön görüşme yapıyor ekip liderim. Sonra bana diyor ki şu şu insan var. Görüştüm kesin karar vermiş ayrılacak. Sonra ben görüşüyorum. Fiyatta vs her şeyde anlaşıyoruz. Sonra istifa ettim ihbar süremi söyleyeceğim diyor. 2 gün geçiyor 3 gün geçiyor ses yok. Soruyoruz “ne oldu???” diye, yok CEO şöyle dedi, yok bir an da olduğum yerde devam etme kararı aldım, yok şimdi de istemiyorum… Linkedin’de yazmaya gelince herkes aslan parçası, en ahlaklı çalışan. Genç nesilde gördüğüm en büyük sorunlardan biri bu. Her şeyi online yapa yapa bilgisayar oyunu sanmaya başladılar çalışma hayatını.
Biz ajans olarak evden çalışan bir yapıya sahibiz. Şu an bir ofisimiz var fakat burayı toplantılar veya fikir buluşmalarımızın yeri belli olsun diye tuttuk. Ancak ne kadar da evden çalışmayı sevsem de bu işin ofisten yapılabileceğine yani bir arada olarak yapılabileceğine inanıyorum. Bir arada olunca ortaya çıkan enerji, fikir alışverişi bambaşka oluyor. İnsanların birbirini daha verimli kullandığını düşünüyorum. Ayrıca iş yerine olan saygı da önemli oranda değişiyor. Küçük küçük kutularda toplantıyı bitirince bazı insanlar mesaisini bitiriyor. Saat 10:30’a toplantı koyulunca arkadaşlar daha kahvaltı etmedim diyeni mi duymadım, sabah statülerine yataktan bedenen kalkmış fakat beyin olarak kalkamamış çalışanlar mı görmedim… Yukarıda karşılaştığım zorluklarda itibardan söz etmiştim. Bizim önce kendi yaptığımız işe olan saygımızı hatırlamamız gerekiyor. Sonra müşteriler bize duyarlar zaten.
Gittikçe insan kaynağımız azalıyor. Kalifiye eleman, alttan yetişen çıraklar bulmakta yetiştirmekte zorlanıyoruz. Bizim mesleğimiz usta çırak ilişkisi olan bir meslek. Burayı bir çözmemiz lazım. Burada tabi payın çoğunluğunu biz ajans çalışanlarına düşüyor ancak genç neslin de hevesli ve istekli olması lazım. Bu hevesi de görmekte zorlanıyoruz açıkçası.